Bir fantezi olarak yorumlanma talihsizliğinin, bilinmeyenlerle dolu birçok olgunun başına geldiği gibi, hipnozun da başına gelmesi çok şaşılacak bir şey değil. Yanlış ve etik dışı uygulamaların etkisiyle, kimi zaman da "sahne hipnozu" olarak betimlenen eğlenceye yönelik biçiminin yanlış uygulama örnekleriyle adı kötüye çıkan hipnoz, sahte bir uygulama olmakla bile suçlandı. Ancak günümüzde artık gerçek bir fenomen olduğu, başta ağrının denetiminde olmak üzere, psikoterapide, aşırı yeme, uyuyamama gibi davranış bozukluklarında, astım ve bazı cilt hastalıkları gibi alerjik durumlarda, dişçilikte, tedaviye yardımcı kullanımları bulunduğu kabul edilmiş durumda. Hipnoz, üzerinde yayımlanmakta olan çok sayıda makaleyle, artık dünya çapındaki tanınmış bilimsel dergiler ve tıp dergilerindeki yerini de sağlama almış bulunuyor.
Yinelemek gerekirse hipnoz, temelde telkine ileri derecede açık olma, zihinsel rahatlama ve artmış hayal gücünün belirlediği, uykudan çok, uyanıkken "dalıp gitmek" ya da bir şey yaparken "kendini kaybetmek" betimlemesinin yakıştığı bir bilinç durumu. Amacıysa bilinçaltını, bilincin frenlerinden kurtarmak. Hipnozu abartılı iddiaların getirdiği yanlış anlaşılmadan temizleyecek donanım, bilim adamlarının elinde ancak 40-50 yıldır var. Herhangi bir olguyu incelemek için de, araştırmacıların onu öncelikle "ölçebilmeleri" gerekli. Hipnozun ölçüm cihazı da 1950'lerin sonlarında geliştirilen ve kişilerin hipnoza ne derecede tepki verdiğini ölçen Stanford Hipnotik Duyarlık Testi. Testin en çok kullanılan versiyonu, girilen hipnotik transın derecesini ölçmeye yarayan 12 ayrı etkinlikte bulunmayı gerektiriyor. Örneğin, ağır bir topu tuttuğunu hayal etmesi telkininde bulunulan kişinin kolu aşağı inmeye başlarsa, kişi o etkinlikten 'geçmiş' sayılarak, bir diğer aşamada kendisine koku alamadığı telkininde bulunuluyor ve burnunun ucunda bir amonyak şişesi gezdiriliyor. Buna tepki göstermeyen kişiler bu aşamayı da geçmiş sayılıyorlar. Stanford ölçümleri temel alınarak yapılan çalışmalar, bilim adamlarını hipnozun temel prensipleri üzerinde büyük ölçüde fikir birliğine getirmiş bulunuyor. Bunlardan biri, hipnoza duyarlığın, hipnoz uygulayan kişinin özelliklerine -yaş, cinsiyet, deneyim-bağlı olmadığı. Kişinin kendiliğinden istekli ya da güdülenmiş olması da hipnozun başarısını etkilemiyor. Hipnoza çok duyarlı bir kişi, birçok farklı koşulda hipnotize olabilirken dirençli bir kişide, kişinin bütün içten çabalarına karşın başarı sağlamak pek mümkün olmuyor. Hipnoza duyarlık, yetişkinlik süresince pek değişen bir şey değil. Yapılan bazı çalışmalara göre, hırçınlık, kişilik bozuklukları, hayal gücü, bireysellik veya toplumsallık gibi kişisel özellikler de hipnoz yeteneğini pek etkilemiyor. Ancak kişinin, sözgelimi kitap okuma, müzik dinleme gibi etkinlikler sırasındaki yoğunlaşma becerisinin önemli bir etken olduğu gösterilmiş. Hipnoz altındaki çoğu kişi, pasif robotlar gibi davranmak şöyle dursun, aslında etkin problem çözücüler konumunda. Tek fark, hipnotik deneyimlerini, etkin katılımlarının birer ürünü olarak değil, kendiliğinden gerçekleşen şeyler biçiminde algılamaları. "Birdenbire acının yok olduğunu fark ettim" ya da "elim birden ağırlaştı ve kendiliğinden inmeye başladı" gibi cümleler, süreci betimleyen kişilerce sık yineleniyor. Hipnozun püf noktası da burada: hipnotik trans sürecindeki kişilerce telkinlere yanıt olarak yapılan hareketlerin, 'isteklerine' bağlı olsa da bilinçli olmaması.
Hipnoz Gerçekte Nedir?
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
0 yorum:
Yorum Gönder